Mail

info@kadimmizac.com

Telefon

0552 569 60 41

Bebekler Nasıl İletişim Kurar

bebek iletişim

Bebekler doğdukları anda ya da birkaç saniye içinde ağlamaya başlar. Bu ağlama eylemi evrensel bir tepkidir. İşte iletişim de tam bu anda başlar. Bu iletişimin daha karmaşık bir yapı olan sözlü iletişime geçmesi için de bir takım anatomik ve bilişsel olgunluğa ihtiyaç duyar. Ve bu geçiş bir süreç içinde olur.

Peki, Bu Süreçler Nedir?

Sözlü döneme geçmeden önce bebeklerin kullandıkları ilk unsur göz temasıdır. Bebekler göz teması kurarak iletişimlerinin niyetini belirtir. Bebekler daha çok insan gözüne benzeyen nesnelere bakma eyleminde olsalar bile bunun yanında göz benzeri çukurlara da bakabilirler. Göz temasının desteklediği diğer bir unsur ise jestlerdir. Jestler bebeklerin ihtiyaçlarını sözlü olarak ifade edemedikleri söz öncesi dönemde yetişkinle iletişim kurmada önemli bir işleve sahiptir.

Jestler sözlü dille entegre bir sistem olarak düşünülebilir. Jestler yardımıyla çocuk masada duran suyu elleriyle göstererek isteyebilir, ne olduğunu merak ettiği bir nesneyi hem annesine hem de o nesneye bakarak öğrenmek istediğini anlatabilir. Jestler, iletişim niyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte görülmeye başlar. Jestlerin yanında ortak dikkatte bu süreçte yer alan diğer bir etkendir. Seslerin çıkması ise vokalizasyon deniler süreç içinde açıklanır.

Vokalizasyon Nedir?

Vokalizasyon konuşmaya göre daha basit ses çıkarmadır. Vokalizasyon bebekler için çeşitli aşamalardan oluşur. Bu aşamalar şöyledir:

0-2 ay arasında daha çok öksürme, ağlama, iç çekme, hırıltı gibi sesler çıkartırlar. Bu sesler bebeğin içinde olduğu duruma otomatik verdiği tepkilerdir.

2-4 ay arasında bebekler cıvıldamaya benzeyen sesler çıkartmaya başlar. Daha çok ünlü üretimine benzeyen sesler olarak da düşünülebilir.

4-8 ay arasında ünlü üretimi veya ünsüzlere benzer sesler üretirler. Bu ay aralığında bebekler kendi seslerinin tizliğinin ve baslığının farkına varır.

8-10 ay aralığında artık bebekler babıldamaya başlar. Birbirine benzeyen sesleri peş peşe sıralar.

10-14 ay arasında ise bu babıldamalar sanki bir sözcüğe benzemeye başlar. Fakat henüz bir sözcük olarak karşılığı yoktur. Ve bu dönem içinde bebeğiniz ilk anlamlı sözcükleri üretebilir.

Bebekler ilk 18 ayda yaklaşık olarak 45-50 sözcüklü bir dağarcığa sahiptir ve bunula birlikte 200 civarında sözcüğü de anlayabilir. 2 yaşında ki bir çocuk %26-50, 3 yaşındaki bir çocuk %71-80 ve 4 yaşındaki bir çocuk ise 0 anlaşılır biçimde konuşmaya başlar.

Peki, Bebekler Konuşmaya Başlamadan Önce Duyduklarını Nasıl Algılıyorlar?

Bu süreç geçmişten günümüze kadar çeşitli teorilerle doludur. İlk başlarda bebeklerin dış dünyayı algılamada bir kaos içinde oldukları düşünülmüş fakat günümüzde bu anlayışın tam tersi yani bebeklerin kaos yerine belirli bir farkındalığa sahip olarak çevreyi gözlemledikleri ortaya konmuştur. Hatta bu farkındalık doğumdan önce yani anne karnında başladığı düşünülmektedir. Bu algılama sürecinde bebeklerin duyduklarını kategorilere bölerek, kelimelerin sonu ve başından tahminlerde bulunma gibi yöntemleri kullandıkları düşünülmektedir. Bunun yanı sıra bebeklerin doğmadan önce belirli bir bilgi sistemine sahip olduğu da düşünülmektedir.

Bebeklerin Konuşmaya Başlama Süreci Nasıldır?

Bebeklerin bu süreci 4 aşamada oluyor. Söz öncesi iletişim, sözcük öğrenme, kural öğrenme ve fonolojik farkındalık-okuryazarlıktır.

Söz öncesi iletişim: Bu süreçte kendi içinde 5 aşamada gerçekleşiyor. Bunlar sesleme, gığıldama, genişletme, düzenli mırıldanma, çeşitlendirilmiş mırıldanmadır. Kısaca bunlara bakacak olursak:

  • Sesleme evresi: Ağlama, hapşırma, öksürme gibi çıkardığı seslerdir.
  • Gığıldama evresi: Bu evrede artık bebeğin ağlamaları azalarak yerini cıvıldamalara benzer sesler alır.
  • Genişletme evresi: Bu evrede bebek artık ses oyunları oynamaya başlar. Sesini yükseltip alçaltabildiğinin farkına varır.
  • Düzenli mırıldanma: Bu evrede bebekler ba-ba, da-da gibi sesleri peş peşe söyleme başlar. Bu evrede bebeklerin hem kendi sesini duyması hem de çevredeki sesleri duyması konuşmanın gelişebilmesi için çok önemlidir. Ayrıca bu evrede anne çocuk ilişkisi de çocuk açısından çok önemlidir.
  • Çeşitlendirilmiş mırıldanma: Bu evrede artık babıldamalar çeşitlenir. Karşılıklı sohbeti andıran seslemeler duyarız.
  • Sözcük öğrenme: Bu dönemde sözcükler artık yavaş yavaş tutarlı hal gelmektedir. Söyleyiş örüntüleri düzenli ve daha sistematik olmaya başlar.
  • Kural öğrenme: Bu evrede sözcük dağarcığı artık genişlemeye başlar. Bu evrede anlaşıla bilirlik önemli bir kriterdir.
  • Fonolojik farkındalık-okuryazarlık: Bu evre 60 aylık ile başlayıp ergenliğe kadar gitmekte çocuk 5 yaşına geldiğinde ifade edici sözcük dağarcığı yaklaşık olarak 2200; alıcı sözcük dağarcığı ise 9600 kelimeden oluşmaktadır.

İşte bebeklerin kısaca doğdukları andan itibaren çevreyi algılamaları, bizimle iletişime geçmeleri ve konuşmaya başlamaları bu şekilde olmaktadır.

Diyet Yaparken Halsizliği Nasıl Önleyebiliriz

Diyet Yaparken Halsizliği Nasıl Önleyebiliriz

Kilosu fazla olup da zayıflamak için bir yol arayan herkesin günümüzdeki ilk eğilimi genellikle diyet yapmak olur. Diyet yapmak her ne kadar kolay görünse de kafadan uydurulan bir diyet programı yerine sağlık profesyonellerin oluşturduğu programları uygulamak önemlidir. Diyet programları hazırlayan sağlık uzmanına ‘‘Diyetisyen’’ adı verilir. Yaptıkları şey ise zayıflamaya çalışan insanların günlük olarak uyması gereken bir yemek yeme programı hazırlamaktır. Fakat maalesef diyetisyenler bu programları hazırlarken sadece kişinin fiziksel olarak gelişmesine önem vererek yazarlar. Diyet yapmak başlarda çok can sıkıcı bir durum gibi görünse de, birey istediği vücuda ulaşıp ayna karşısındaki gelişimini görünce gerekli motivasyonu yakalar.

Diyetin Beraberinde Gelen Halsizlik Sorunu

Diyete başlayan bir birey oldukça fazla sorunla karşılaşsa da hissettiği en büyük rahatsızlıklardan biri halsizliktir.

Diyet Yaparken Halsizliğe Çözüm

Halsizliğin çözümü aslında oldukça kolaydır. Bu çözümlerin en başında bol bol su içmek gelir. Su halsizliği geçirmekle kalmayıp aynı zamanda motivasyon seviyesini de oldukça arttırmaktadır. Yetişkin bir bireyin günlük ortalama en az 8 bardak su tüketmesi gerekmektedir. Buda yaklaşık olarak günlük 1.5 – 2 litre suya tekabül etmektedir. Ayrıca su, ödem atmaya yardımcı olup metabolizmayı hızlandırır. Bunların sonucunda ise çok daha hızlı kilo verilebilir. Diyet yaparken halsizliği önleyebileceğimiz bir diğer önemli etken ise spor yapmak olacaktır.

Diyet yaparken spor yapmak hem istenilen görünüşe ulaşım süresini azaltır hem de halsizliği geçirip motivasyonu büyük miktarda arttırır. Spora başlamadan önce dikkat etmemiz gereken önemli bir unsur vardır. Aynı diyet yaparken olduğu gibi spor yaparken de profesyonel hocalarla çalışmalı, kesinlikle kendi yaptığınız programa göre hareket etmemelisinizdir. Tabi ki aylar hatta yıllarca spor yapıp kendinizi geliştirebilir ve kendi oluşturduğunuz programları uygulayabilirsiniz. Halsizliği geçirmenin bir diğer önemli yolu ise doğru beslenmedir. Diyette olan bir bireyin kendi kendine beslenme programını değiştirmesi mümkün olmadığından programı değiştiren kişiye yani diyetisyene durumdan bahsedilmelidir. Diyetisyen, halsizliğin geçmesi için beslenme programınıza balık, chia tohumu, ceviz, ıspanak ve lahana gibi omega 3 değeri yüksek olan besinler ekleyecektir. Bu sayede diyet sürecinde makro ve mikro besin öğesi yetersizliğinden oluşabilecek halsizliğin önüne de geçilecektir.

Genel Olarak Uyulması Gereken Kurallar

Özellikle diyet yaptığınız yani vücudunuz hem fiziksel hem de psikolojik olarak zorlandığı bir dönemde yeterli uyku almamak, alkol ve uyuşturucu tüketmek, vücudunuzu gereksiz yere zorlamak gibi olaylardan kaçınılmalıdır. Kaçınılmaması halinde halsizlik devam edecek, kilo vermeniz zorlaşacaktır.

Ergenlerde Kendine Zarar Verme Durumu Nasıl Önlenir?

Ergenlerde Kendine Zarar Verme Durumu Nasıl Önlenir?

Ergenlerde kendine zarar verme durumu, her ne kadar intihar amacı taşımasa da bedenlerine hasar vermelerinden ötürü son derece dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Bu zarar verme davranışları tekrarlanan bir sürece sahip olduğu için mutlaka psikoloğa gidilmesi tavsiye edilmektedir.
Genel olarak vücudun bir yerini kesmek, sert bir şekilde duvar yumruk atmak, saçları koparmak, kafaya vurmak gibi farklı çeşitleri bulunmaktadır. Bu tip davranışlar kendine zarar vermek olarak görülmektedir. Yolunda gitmeyen bir şeylerin sinyali olan bu davranışlar, bir sağlık sorunu olarak değerlendirilmeli ve kontrol altına alınarak mutlaka tedavi edilmelidir.

Ergenlerde Kendine Zarar Verme Durumunda Engellemek İçin Neler Yapılabilir?

Ergenlerde kendine zarar vermeyi engellemek için öncelikle hem çocukluk hem de ergenlik döneminin analiz edilmesi gerekmektedir. Erken dönemde bu analizlerin yapılması ve duyguların tanınması neticesinde tedavi süreci başlatılmaktadır.
Aileler ise öncelikle çocuklarının duygularını yok saymaması ve onları anlayıp konuşabilmesi son derece önemlidir. Çocuğun öncelikle ailesine kendini ifade edebilmesi ve kendini değerli hissetmesi son derece önemlidir. Eğer benlik saygısı düşük ise kendine zarar verme eğilimi göstermeye başlayacaktır. Yapıcı eleştiriler, olumlu davranışların takdiri kendine zarar verme açısından önleyici olmaktadır.
Öfke kontrolü yaşayan ergenlerde de kendine zarar verme durumu gözlemlenebilmektedir. Bu sebeple erken yaşlardan itibaren çocukların öfke kontrolünü başarmalarına yardımcı olmak son derece önemlidir. Aynı zamanda anne ve babanın da öfke kontrol durumları da bir örnek oluşturacağı için ebeveynlerin de bu konuda dikkatli olmaları gerekmektedir. Çocuğu öfkeyi nasıl ifade etmesi gerektiğini öğrenmesi, ilerleyen zamanlarda kendi bedenine zarar vermesini de önleyecektir.
Ergenin kendine zarar vermesi durumunda aile öncelikle panik yapmamalı ve konuyu sakince ele alarak profesyonel yardım almaları gerekmektedir. Çocuğa kızmak, sert çıkmak, tavsiye vermek işe yarayacak yöntemler değildir. Bu tip davranışlar ergen ile ailenin arasına mesafe koyulmasına neden olacaktır. Ergenin vermek istediği bu sembolik bir mesajı anlamak için öncelikle nedenlerinin ne olduğunun öğrenilmesi gerekmektedir.
Odağı değiştirmek, destek almak, sakinleştirme tekniklerini öğrenmek bu davranışların tekrarlanması durumunda engelleyici olacaktır.

Ergenlerde Kendine Zarar Verme Durumunun Nedenleri

Ergenlerde kendine zarar verme durumunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir;

  • beden imajından memnun olmamak
  • benlik saygısının olamaması
  • kaotik aile yapısı
  • baskın otorite figürleri
  • kan görmekten keyif alması
  • acı çekmekten keyif alması

arkadaş grubundan bunları görmesi gibi etkenler yer almaktadır. Ek olarak ergenlik döneminde görülen bu davranışların temelinde bazı psikiyatrik durumlar da olduğu bilinmektedir bunlar sırasıyla;

  • aile öyküsünde bulunan psikiyatrik hastalıklar
  • intihar girişiminde bulunan kişilerin öyküsü
  • depresyon
  • bipolar bozukluk
  • kardeşlerde bulunan psikiyatrik problemler
  • borderline
  • yeme bozuklukları ya da madde kullanımı olarak belirtilmektedir.

Bu rahatsızlıklar da ergenlik döneminde zarar verme nedenleri arasında yer alabilmektedir.

Psikolog Nedir? Neden Gitmelisiniz?

Psikolog Nedir? Neden Gitmelisiniz?

Psikolog, hem beden hem de zihin üzerinde terapi yöntemleri ile danışanlarının psikolojik bozukluklarına çözümler getirmektedir. Psikologlar seanslarında bilgi alarak, analizlerde bulunarak ve bilimsel yöntemler ile müdahale ederek sorunları çözmektedirler. İnsanların günlük hayatlarında baş edemedikleri sorunlar, travmalar, geçmiş acılar, kaygı ve endişeler gibi konularda profesyonel yöntemleri ile baş etmelerine yardımcı olmaktadırlar. Bu nedenle günümüzde çok daha fazla önem kazanan meslek gruplarından biri haline gelmeyi başarmışlardır.
Psikoloğa gitmek genel olarak ruhsal sorunlar yaşayan insanların tercih ettiği bir yöntemdir. Duygusal durumlar ile tek başına baş etmek son derece zorlayıcı olabilmektedir. Bu gibi durumlarda psikolojik destek almak son derece faydalı olmaktadır. Mental veya fiziksel anlamda kendini iyi hissetmek isteyen herkes psikolojik destek almalıdır.

Psikoloğa Gitmenin Önemi Nedir?

Psikoloğa gitmenin önemi araştırılan bir konudur. Birçok insan zaman zaman farklı sorunlar yaşamaktadır. Çevremizdeki insanlar ile konuşmak sadece anlık rahatlamalar sağlamaktadır. Profesyonel olarak sorunun ana nedenine inmek ya da onunla ilgili konuşmak etrafımızdaki insanlar ile yapılabilecek bir durum değildir. Bu nedenle bir psikolog ile görüşmek sorunların ana nedenine inilmesini de sağlayacaktır. Bu sayede de kalıcı çözümler bulunması, kişinin olumlu yönde gelişim göstermesi mümkün olacaktır.
Pek çok insan, dertlerini ya da sıkıntılarını yakınları ile paylaştığında empati duygusundan yoksun yanıtlar ile de karşılaşabilmektedir. Bu da, doğal olarak kişinin belki de içine kapanmasına neden olabilecektir. Bir süre sonra da paylaşımdan kaçınmak, sorunları ya da kendini değersiz görmek gibi farklı problemlere de neden olabilecektir. Bu nedenle daha kötü olmamak adına uzman bir psikolog ile görüşmek son derece önem verilmesi gereken bir durumdur.

Psikoloğa Hangi Nedenlerle Başvurulabilir?

Psikoloğa hangi nedenlerle başvurulabilir sorusu merak edilen konular arasında yer almaktadır. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak;

  • En sıklıkla görülen depresyon yer almaktadır. Özellikle yaşam koşullarının kişiyi karamsarlığa, isteksizliğe ve yaşamdan zevk almama gibi durumlar nedeniyle yaşanılan depresyon, çağımızın en büyük psikolojik rahatsızlıkları arasında yer almaktadır.
  • Kaygı bozuklukları da psikoloğa gitme nedenleri arasında yer almaktadır. Kaygı bozuklukları genel olarak OKB, sosyal fobi, panik atak vb. olarak görülmektedir.
  • Psikolojik travmalar sonrası gelişen stres bozuklukları da mutlaka psikolog kontrolünde üstesinden gelinebilecek durumlar arasında yer almaktadır.
  • Bunların dışında da cinsel işlev bozuklukları (vajinismus, orgazm sorunları, erken boşalma, cinsel ağrı vb.), evlilik sorunları, sınav kaygısı, çekingenlik gibi konularda da psikolojik destek alınması önerilmektedir.
  • Yeme bozukluğu da diyetisyen işbirliği ile yaklaşılacak psikolojik rahatsızlıklar arasında yer almaktadır.
  • Son olarak günümüzde kanser, diabet ya da tiroid gibi zorlu hastalık süreçlerinde kişilerin bunlar ile başa çıkmaya çalışması oldukça zor olmaktadır. Bu nedenle bu gibi sağlık sorunlarında psikolojik destek almak hastalığın gidişatı açısından da son derece önemlidir. Hem hasta hem de hasta yakınları ile terapi yapılması tavsiye edilmektedir.

Çocuklarda Psikolojik Sağlamlık Nasıl Sağlanır?

Çocuklarda Psikolojik Sağlamlık nasıl sağlanır?

Psikolojik sağlamlık, kişinin olumsuz olaylara maruz kaldığında(afetler, salgın hastalıklar, terör olayları, ebeveyn kaybetme, ilişkilerde yaşadığı çatışmalar gibi) bunlarla baş edebilme ve mevcut duruma uyum sağlayabilme becerisidir. Bu durum çocuklukta ve yetişkinlikte olmak üzere iki şekilde sağlanır. Çocuğun 0-6 yaş döneminde anne babasından yeterli ilgiyi görememiş olması, öz bakımlarının ihmal edilmiş olması, ebeveynlerin tutarlı olmaması, çocuğa fikirlerinin sorulmaması, anne babanın sürekli çatışma halinde olması, fazla koruyucu ebeveyn tutumları psikolojik sağlamlığı zayıflatan durumlardır. Bunların dışında anne babanın psikolojik sağlamlığının zayıf veya yüksek olması, çocuğun öğretmenlerinin davranış şekilleri ve arkadaş ortamı da etkilidir. Çocuklukta bunu başaramamış bireyler yetişkinlikte problemlerle sağlıklı bir şekilde baş etmeyi kitap okuyarak, eğitici filmler, videolar izleyerek, kısacası kendini bir şekilde geliştirerek öğrenebilirler veya danışmanlık yardımıyla bunu çözebilir.

Psikolojik Sağlamlığı Zayıf Bireyler

Psikolojik sağlamlığı zayıf bireyler olumsuz durumlarla karşılaştıklarında karşı tarafı suçlamaya meyillidir ve etrafındakileri değiştirmeye çalışırlar. “Beni bu hale sen getirdin, sizin yüzünüzden bu haldeyim” şeklinde kendini olaylardan soyutlayarak karşı tarafa yüklenirler.

Psikolojik Sağlamlığı Yüksek Bireyler

Psikolojik sağlamlığı yüksek olan bireyler hem başkalarına kendini iyi hissettirir hem de başka insanlardan yardım istemekten çekinmezler. Psikolojik sağlamlığı yüksek bireyler yetiştirmek anne babanın psikolojik sağlamlığının yüksek olmasıyla, çocuklarına rehberlik edebilmeleriyle ve bunu yaparken de fazla kontrolcü olmamalarıyla mümkündür.

Çocuk Ve Mahremiyet

çocuklarda mahremiyet eğitimi

Mahremiyet eğitimi çocuğun kendi benliğini, özünü keşfetmesi, ruhsal ve bedensel açıdan kendinin ve diğer insanların özelinin farkına varması, kendi ile çevresi arasında sağlıklı sınırlar çizmesi, hem vücudunu hem de duygularını koruyabilmesi ve istemediği her dokunuş ve talebe hayır diyebilme özgürlüğüne sahip olmasıdır. Mahremiyet eğitimini sadece “cinsel eğitim” olarak algılamak büyük yanılgıdır. Bu eğitimi çocuklarınıza verirken “bedenin, duyguların, istediklerin ve istemediklerin sana aiittir. Sen izin vermedikçe bunlara hiç kimse müdahale edemez.” temeli ile yaklaşmak gerekir. Mahremiyet sadece kendini karşı cinsten korumak ile değil, her kim olursa olsun istemediğin bir davranışa “hayır” diyebilmekle gelişim gösterir.

Mahremiyet Eğitimini Alan Çocuklar

Bu eğitimi alan çocuklar kendi özel alanlarını bilir, bu alanı korur ve başkalarının özel alanlarına da saygı gösterir. Bu nedenle en temelde çocuğun, kendi bedenini ve duygularını tanıması, keşfetmesi ile mahremiyetin ilk adımı atılır. Mahremiyet algısı tuvalet eğitiminin başlamasıyla birlikte oluşur ve 3 yaşından itibaren tamamen bu eğitim çocuğa verilebilir.

Neden Bu Eğitim Üç Yaş Ve Üzerindeki Çocuklara Verilmelidir?

Çocuklar bu dönemde “Ben kimim?” sorusunun cevabını arar. Çocuk artık cinsiyetine uygun eşyalara ve durumlara yönelmeye başlar. Bu dönem bir “yeniden doğuş ve keşfetme” dönemidir. En kritik dönemlerden biridir.

Çocuklarımıza Nasıl Mahremiyet Eğitimi Vermeliyiz?

Çocuklarımıza her iki cinsin beden bölgelerini sade ve sadece bilimsel isimleriyle öğretmeliyiz. Çocuklarınızın cinsel organlarına farklı isimler takmanız, kendi bedenlerini tanımalarına engel olur. Nasıl bir insanda göz, kulak, bacak varsa penis ve vajina da vardır. Mahremiyet eğitimi ayıplayarak, korkutarak, endişeyle kızarak, bağırarak verilecek bir eğitim değildir. Özellikle tuvalet eğitiminde bez/üst-baş değişimindeki yüz ifadeleriniz, tavırlarınız çok önemlidir. Asla ve asla çocuklarınızın bedenine dokunurken bıkkın, tiksinmiş tavırlar takınmamalıdır. Mahremiyet eğitimi sadece anne tarafından değil anne-baba tarafından verilmesi gereken bir eğitimdir. Baba bu eğitimde devre dışı bırakılmamalıdır. Çocuk Danışmanlığı ile bu eğitime destek verebilirsiniz.

Panik Atak

panik atak

Panik atak, aniden ve beklenmedik şekilde ortaya çıkan, kişide yoğun kaygı, korku ve panik hissi yaratan bir ruhsal bozukluktur. Atağın kendisi kadar tekrar ortaya çıkmasıyla ilgili yaşanan korku hissi de şiddetli bir kaygı yaratır.

Panik Bozukluk Neden Oluşur ?

Panik Bozukluğu, beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı beyin hormonlarının anormal çalışması sonucu oluşmaktadır. Bazen günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın sonucunda ortaya çıkan tamamen “doğal” olan çarpıntı, terleme, nefes sıkışıklığı ya da baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin, hasta tarafından kötü hastalığın belirtileri olarak yorumlanması sonucu ile oluşur.

Panik Bozukluğun Tedavisi Nedir ?

Psikoterapi ile tedavisi mümkündür. Danışanın, aslında ‘zararsız ‘olan Panik bozukluğu ile bedeninde oluşan duyguları yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilmesi ve danışanın belirtiler ile korkmadan baş edebilmesinin öğretilmelidir. Korkuyu kabullenmek ve ona katlanabilmek, cesaret gerektiren bir iştir. Sen de panik bozukluk yaşıyorsan yalnız değilsin..
Panik Bozukluk ile ilgili merak ettiğiniz konuları mail adresinden sorabilir, sorunuzla ilgili öneriler isteyebilirsiniz.

Kaygı Bozuklukları (Anksiyete)

Kaygı Bozuklukları Anksiyete)

Kaygı bozukları (anksiyete), Bu durum kişinin günlük hayatını olumsuz yönde etkilemektedir.
Kaygılarımız, vücudumuzun strese karşı verdiği doğal tepkilerdir. Ancak duyduğumuz endişe aşırıysa ve uzun süreli olup yaşamımızı zorlaştırıyorsa bu durum kaygı bozukluğudur. Kaygı bozuklukları kişilerin çevrelerindeki veya bedenlerinde belli uyaranları tehlike olarak yorumlanması sonucu kontrol edilemeyen sıkıntı, korku, endişe ve gergin hissetmeleri sonucunda bu hislere neden olan olay ve durumlardan kaçınma isteğidir. Kişinin tehlike anında endişelenmesi, korkması veya kaygılanması tamamen doğal bir içgüdüdür. Ancak uzun süre devam edip kontrolden çıkması anksiyete bozukluğunun göstergesidir.

Kaygı Bozuklukları (Anksiyete) Nasıl Kontrol Ederiz?

Kaygı bozukluğunun tedavisi ile ilk yapılması gereken yardım almaktır. Hangi nedenden kaynaklandığının değerlendirilmesi yapıldıktan sonra bedenimizdeki oluşan kaygıları bırakmak veya iptal etmek için kaygı oluşturan durumları neden durumları bilincimizden temizleyerek kaygılarınızdan kurtulabilirsiniz.
Anksiyete ile ilgili merak ettiğiniz konuları mail adresinden sorabilir, sorunuzla ilgili öneriler isteyebilir ve bu konuda Kadim Mizaç ile destek alabilirsiniz.

Ebeveynlerin Sık Yaptığı Hatalar

Ebeveynlerin Sık Yaptığı Hatalar

Her ebeveyn mükemmel olmak ister. Ancak bazı noktaları gözden kaçırarak ebeveynlerin yaptığı hatalar arasında bulunan bazı hataları yapmış olabilirsiniz. Özellikle çocuğun kişiliğinin geliştiği yaş ilkokuldur. Bu süre zarfında çocuklar hem ebeveynlerinden hem de sosyal çevrelerinden belirli davranışları öğrenirler. Çoğu çocukluk travması bu yaşta ortaya çıkar. Bu nedenle anne babaların çocuk yetiştirirken dikkat etmesi gereken bazı noktalar vardır. Çocuklar geçmişte büyüdükçe, onlar üzerinde bir miktar etkisi olabilir. Bundan dolayı bazı hatalardan kaçınmak gerekir.

Çocuğun Fikirlerine Saygı Duymamak

Ebeveynler saygı görmeyi bekler, ancak çoğu zaman çocuklarına saygı duymayı unuturlar. Bu açıdan çocuğunuz ile kibar bir dil kullanarak konuşmanız, dinlemeniz ve anlamaya çalışmanız gerekir. Sesini yükseltmek veya kaba bir konuşma yapmak en yaygın hatalardan biridir.

Çocukların Güvenini Sarsmak

Özellikle çocuklar için özgüveni kaybetmek çok kolaydır. Ebeveynler kontrolü kaybedip çocuklarını tehdit ettiğinde ise güven sarsılır. Bu, ebeveyn ve çocuk arasındaki duygusal kafayı incitebilir ve onları huzursuz edebilir. Çocukları sadece ebeveynleri için değil, çevrelerindekiler için de korkutmak, onların gelecekte güven sorunları yaşamalarına neden olur.

Başkalarının Önünde Cezalandırmak

Bazen anne babalar çocuklarına kızar, bağırır ve hatta çocuklarını cezalandırır. Bu görünüşte normal davranışlar başkalarının önünde gerçekleştiğinde çocuklara kalıcı zararlar verir. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren başkalarının fikirlerine önem verirler ve kalabalık bir ortamda cezalandırıldıklarında özgüven sorunları yaşarlar. Böyle bir durumda çocuk danışmanlığı yapılarak bu özgüven sorunu ortadan kalkabilir.

Çocuğa Seçim Hakkı Vermemek

Ebeveynlerin sık yaptığı hatalar arasında çocuklara seçim hakkı vermemek de yer alır. Ebeveynlerin yaptığı en yaygın hatalardan biri, çocuklarına başka seçenek bırakmamak ve onların fikirlerini kabul etmektir. Çocukların erken yaşlardan itibaren seçim yapmaları gerekir. Seçenek ile ebeveyn bir çerçeve çizebilir. Ancak, çocukların seçme hakkına ihtiyaçları vardır. Bu şekilde, seçiminin sonuçlarını deneyimlemeyi öğrenir.

İlgisiz Olmak

Ebeveynlerin çocuk yetiştirirken yaptığı bir diğer hata da ilgisizliktir. Bazı anne babalar çocuklarını şımartmamak için kayıtsız kalırken bazıları da onların kayıtsızlığının farkında değildir. Bir ebeveyni taklit etmeye başlayan ve bir kişilik oluşturmaya başlayan bir çocuk, sevilmezse ve düşünceleri duyulmazsa etrafındaki herkes gibi davranabilir. Bu, kayıtsız ebeveynlerin çocuklarının başkalarına güvenmelerini, arkadaş edinmelerini ve daha sonraki yaşlarda çocuklarını büyütmelerini zorlaştırabilir.

Kötü Alışkanlıklar

Ebeveynler çocukları için rol modeldir. Bu nedenle kötü alışkanlıklarına özellikle dikkat etmeleri gerekir. Örneğin, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları olan ebeveynlerin çocuklarında bu alışkanlıkların geliştirileceğine inanılır. Düzenli egzersiz yapan ve sağlıklı bir yaşam tarzı sürdüren ebeveynler ve çocuklar aynı yoldadır. Günümüz sorunlarından biri olan obezite ile anne babaların beslenmelerini gözden geçirmeleri önemlidir.

Sınır Koymamak

Ebeveyn hataları arasında sınır koymamak da vardır. Bazı ebeveynlerin hiçbir kuralı veya kısıtlaması yoktur. Özgürlük adına çocuk istediğini yapar. Anne babanın evde yetkisi yoktur. Bazı ebeveynlerin ise çok katı kuralları vardır ve kısıtlamalar koyar. Genellikle koydukları kurallar ise çocuğun yaşına uymaz. Bunun sonucunda, çocuğun duygusal gelişimi uygun şekilde belirlenmemiş dar sınırlarla bozulur.

İlişkilerde Hangi Davranışlardan Uzak Durulmalıdır?

İlişkilerde Hangi Davranışlardan Uzak Durulmalıdır?

Herkes mutlu bir ilişki hayal eder. Bu nedenle ilişkilerde hangi davranışlardan uzak durulmalıdır sorusunun cevapları önemlidir. Çünkü birçok kişi yapıcı ve besleyici bir ilişki arayışındadır ve ilişkilerini güçlendirmek ister. Ancak bir ilişkiyi mutlu etmek sadece doğru olanı yapmakla ilgili değil, aynı zamanda belirli eylemlerden kaçınmakla da ilgilidir. İlişkiye zarar veren ve ilişkide sorunlara neden olan davranışlardan uzak durmak, ilişkinin iyiliğini de garanti eder. Bunlara dikkat etmek de ilişkiyi güçlendirir.

Pasif Agresif Davranışlar

İlişkilerde uzak durulması gerekilen davranışlar arasında pasif agresif davranışlar bulunur. Çünkü duygularınızı, düşüncelerinizi, ihtiyaçlarınızı veya arzularınızı partnerinize açıkça ifade etmek yerine dolaylı olarak ifade etmeye çalışmak ilişkiniz için ciddi bir engeldir. Bunu yaparsanız kendinizi ifade edemezsiniz ve partnerinizin sizi gerçekten anlamasına engel olursunuz. Partneriniz sizi anlamıyorsa, sizin istediğinizi yapamazlar. Bu yüzden kızgın olduğunuz bir durum, talebiniz veya ihtiyacınız varsa açıkça belirtmeniz gerekir. Bunun yanı sıra sizi anlamasına yardım etmelisiniz. Kendinizi ifade etmek, rahatlamanıza ve partnerinizle iletişiminizi güçlendirmenize yardımcı olur.

Aşırı Sahiplenici Davranışlar

Kıskançlık ve aşırı sahiplenici davranışlar birçok kişi tarafından sevginin bir işareti olarak yorumlanır. Ancak sınırları aşan kıskançlık, ne kadar aşktan kaynaklansa da ilişkiye zarar verir. Çünkü kıskançlık kişilerin sınırlarına ve baskılarına ulaştığında ilişkiler sorunlu hale gelir. Saplantılı kıskançlık ilişkiyi ciddi şekilde tüketir. Aynı zamanda limiti aşan bir durumla karşılaşırsanız açık olmanız gerekir. Ancak kıskançlıkla ya da kontrol etme isteğinizle baş edemiyorsanız, bu durumu çözmek için bir psikologdan yardım alabilirsiniz.

Eski Konuları Gündeme Getirmek

İlişkilerdeki en büyük sorunlardan biri asla kapanmayan eski konulardır. Ne olursa olsun ya da ne kadar zaman geçerse geçsin bu sorunlar yaşanmaya devam eder. Ancak mutlu ve huzurlu bir ilişki için sorunu çözmeniz gerekir. Konuyu kapatamazsanız ilişkinizde sorun yaşamanız kaçınılmazdır. Eşiniz hatalarını kabul edip özür dilerse ve siz affetmeyi seçerseniz, sorun gerçekten kapanmış olmalıdır. Bu konudan her zaman kaçınmak ve ara sıra gündeme getirmek ilişkinize ve de size zarar verir. Bu nedenle eşiniz hatalarını kabul edip özür dilerse ve siz de özrünüzü kabul ederseniz, eski konuları gündeme getirmemeniz gerekir.

Tartışmalardan Kaçınmak

Tartışmalardan kaçınmak ve aşırı tepki vermek de ilişkilerde yapılmaması gerekilen davranışlar arasında bulunur. Çünkü sessizlik sorunu çözmez. Özellikli önceki sorun çözülmeden yenisi ortaya çıkarsa, küçük bir sorun bile ciddi bir hale gelebilir. Çünkü bu gibi zamanlarda çözülmemiş ve konuşulmamış sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Muhtemelen bir hafta sonra ya da belki iki yıl sonra olsa da bu sorunlar yeniden ortaya çıkar. Sorunu görmezden gelmek isteseniz dahi sorunun varlığını değiştirmezsiniz. Ayrıca olayın üzerinizdeki etkilerini ve hissettirdiği duyguları ortadan kaldıramazsınız. Bu nedenle, bir şeyler ters gittiğinde sessiz kalmak yerine partnerinizle konuşmanız gerekir yada bir çift terapisine başvurabilirsiniz.